ABDULLAH BİN SELAM R.A.
Eshâb-ı kirâmdan. Ensârın
büyüklerinden. Hicretten sonra müslüman oldu. Müslüman oluşu ibretlidir.
Cennetlik olduğu hadîs-i
şerîfte bildirildi. 43 (m. 663)’de Medine’de vefât etti. Hz. Yusuf (a.s.)
soyundan
ve Medine’deki Yahudi Benî
Kaynuka kabilesinden idi. Cahiliyyet devrinde Husayn olan ismini
Müslüman olunca Resûlullah
(s.a.v.) “Abdullah” olarak değiştirdi, Nesebi Abdullah bin Selâm bin Hâris
Ebû Yûsuf el-İsrâilî
el-Ensârî’dir. Tevrat ve İncil’i iyi bilen Hz. Abdullah bin Selâm îmân etmeden
önce
Yahudi âlimlerindendi.
Kendisi müslüman oluşunu
şöyle anlatır: “Ben Tevrat’ı ve tefsîrini babamdan okumuş, öğrenmiştim.
Bir gün âhir zamanda
gelecek olan Peygamberin sıfatları, alâmetleri ve yapacağı işleri bana anlattı
ve “Eğer o, Hârûn
evlâdından gelecek olursa ona tabi olurum, yoksa tabi olmam!” dedi ve
Resûlullah’ın
(s.a.v.) Medine’ye
gelişinden önce öldü.
Resûlullah’ın (s.a.v.)
Mekke’de nübüvvetini ilân ettiğini işittiğim vakit onun sıfatlarını ismini ve
geleceği
vakti biliyordum. Bu
sebeple O’nu gözleyip duruyordum. Resûlullah’ın Medine yakınında Kubâ
denilen yerdeki Amr bin
Avfoğullarının evinde misafir olduğunu birinden öğreninceye kadar bu hâlimi
yahudilerden saklayıp
sustum.
Bir gün ben kendi hurma
ağacımın üzerinde uğraşıp, yaş hurma toplarken, Nâdiroğullarından birisinin
“Bugün, Arapların adamı
geldi” diye bağırdığını duydum. Beni bir titreme tuttu. Hemen “Allahü
Ekber” diyerek tekbir
getirdim: O anda halam Hâlide binti Hâris, hurma ağacının altında oturuyordu.
Kendisi çok yaşlı bir
kadındı. Tekbirimi işitince: “Allah seni umduğuna kavuşturmasın, elini boşa
çıkarsın?
Vallahi sen Mûsâ bin
İmrân’ın geleceğini işitmiş olsaydın bundan fazla sevinmezdin!” diyerek bana
çıkıştı. Ona dedim ki “Ey
hala! O, vallahi Mûsâ bin İmrân’ın kardeşidir ve O’nun gibi bir peygamberdir.
Onun dinindedir ve onun
gönderildiği tevhid ile gönderilmiştir” dedim. Bunun üzerine bana: “Ey
kardeşimin
oğlu! Yoksa o kıyâmete
yakın gönderileceği bize bildirilen Peygamber midir?” dedi. “Evet” dedim,
“Öyleyse haklısın” dedi.
Resûlullah (s.a.v.)
Medine’ye hicret ettiği zaman halk etrafına toplandı. “Resûlullah geldi”
denilince
O’nu görmek için hemen
halkın arasına karıştım. O’nu görür görmez: “O’nun yüzü yalancı bir yüz
olamaz!”
dedim. Resûlullah toplanan
insanlara İslâmiyeti anlatıyor, nasîhatler veriyordu. Burada
Resûlullah’tan işittiğim
ilk hadîs-i şerîf şudur.
“Selâmı aranızda yayınız,
aç kimseleri doyurunuz, sıla-i rahm yapınız (yakın akrabaları ziyâret
ediniz), insanlar uykuda
iken namaz kılınız. Böylece Cennet’e selâmetle girersiniz.”
Diğer bir rivâyette Fahr-i
âlem (s.a.v.), Hz. Abdullah’ı nübüvvet nuru ile tanıyıp: “Sen Medine âlimi
İbni Selâm değil misin?”
buyurdu. O da: “Evet” deyince, Peygamberimiz: “Yaklaş” buyurarak, şu suâli
sordu: “Ey Abdullah, Allah
için söyle! Tevrat’ta benim Vasıflarımı okuyup öğrenmedin mi?” Abdullah
dedi ki: “Allah’ın
sıfatları nelerdir söyler misiniz?” Bu suale karşılık Resûlullah (a.s.) biraz
bekledi ve
Cebrâil (a.s.) İhlâs
sûresini indirdi: “De ki: O Allah birdir. Hiçbir şey O’nun dengi (ve benzeri)
değildir.”
Abdullah bin Selâm bu
âyet-i kerîmeleri işitince Peygamberimize hemen: “Evet yâ Resûlallah! Doğru
söylüyorsun, şehâdet ederim
ki Allah’tan başka ilah yoktur. Sen O’nun kulu ve Resûlüsün” diye kelime-
i şehâdet getirerek
müslüman oldu.
Hz. Abdullah bin Selâm
sözüne devam ederek, “Resûlullah ismimi sordu. Ben “Husayn bin Selâm”
dedim. “Hayır, Abdullah bin
Selâm” buyurdu. Ben de “Evet, Abdullah bin Selâm, seni hak ile gönderen
Zâta yemin ederim ki,
bugünden sonra başka bir ismimin olmasını istemem” dedim. Bundan sonra devam
ederek
“Yâ Resûlallah! Yahudiler,
insanı hayrete düşürecek kadar yalan söyleyen, asılsız isnad ve iftiralar
eden, zâlim bir millettir.
Eğer sen benim seciye ve her hâlimi onlardan sorup öğrenmeden önce, onlar
benim müslüman olduğumu
duyup öğrenirlerse, muhakkak sizin yanınızda bana, akla gelmeyen iftirada
bulunur! Siz önce beni
onlardan sorunuz!” dedim ve evin bir tarafına saklandım. Onun peşinden bir grup
Yahudi ileri gelenleri
içeri girdi. Bu esnada Resûlullah (s.a.v.) Yahudilere “Aranızdaki Husayn bin
Selâm
nasıl bir adamdır?” diye
sordu. Yahudiler de “O bizim en yüksek âlimimiz ve en büyük âlimimizin
de oğludur! İbni Selâm
bizim en hayırlımız ve en hayırlımızın da oğludur!” dediler. Bunun üzerine
Resûlullah (s.a.v.)
Yahudilere:
“Eğer o müslüman olduysa
siz buna ne dersiniz?” diye sordu; Yahudiler. Allah onu böyle bir
şeyden korusun! diye
karşılık verdiler.
O sırada Hz. Abdullah bin
Selâm saklandığı yerden çıkıp:
“Ey Yahudi topluluğu
Allah’tan korkunuz! Size geleni kabul ediniz. Allah’a yemin ederim siz de
bilirsiniz
ki O, elinizdeki Tevrat’ta
isminin ve sıfatlarının yazılı olduğunu gördüğünüz Allah’ın Resûlü budur.
Ben şehâdet ederim ki
Allah’tan başka ilâh yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed (s.a.v.) O’nun
kulu ve resûlüdür.” diyerek
onu tasdîk etti. Bunun üzerine Yahudiler. “O bizim en kötümüzdür ve en
kötümüzün
de oğludur! diyerek çeşitli
kusurlar ve iftiralarda bulunarak, Hz. Abdullah bin Selâm’ı kötülediler.
Hz. Abdullah bin Selâm:
“Zâten korktuğum bu idi. Yâ Resûlallah! Ben onların zâlim, yalancı, kötülük
yapan, iftiracı bir millet
olduğunu size haber vermemiş miydim? işte dediğim ortaya çıktı!” dedi.
Resûlullah Yahudilere
“Birinci şehâdetiniz bize kâfidir, ikincisi ise lüzumsuzdur.” buyurdu. Hz. Ab-
dullah hemen evine döndü.
Ailesini ve akrabalarını İslâmiyet’e davet etti. Halası da dahil hepsi
müslüman oldular.
O’nun îmân etmesi Yahudileri
çok kızdırdı. Bunun için kendisini sıkıştırmaya başladılar. Hatta Yahudi
âlimlerden bazıları:
“Araplar’dan peygamber çıkmaz, senin adamın hükümdardır” diyerek, Abdullah
bin Selâm’ı İslâmiyet’ten
vazgeçirmeye kalkıştılarsa da muvaffak olamadılar.
Kendisi ile birlikte
Sa’lebe bin Sa’ye, Üseyd bin Sa’ye, Esed bin Ubeyd ve bazı Yahudiler samimi
olarak müslüman oldular.
Fakat bazı Yahudi âlimleri: Muhammed’e yalnız bizim şerlilerimiz inandı. Eğer,
onlar hayırlılarımızdan
olsalardı, atalarının dinini bırakmazlardı.” dediler. Bunun üzerine inen âyet-i
kerîmelerde
şöyle buyuruldu:
“Onların (Ehl-i kitabın)
hepsi bir değildir. Ehl-i kitabın içinde bir cemaat vardır ki, onlar gece
vakitlerinde secdeye
kapanarak Allah’ın âyetlerini okurlar.” (Al-i İmrân-113)
“Allah’a ve âhiret gününe
inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar,
hayır işlerinde de
birbirleriyle yarış yaparlar. İşte onlar sâlihlerdendirler.” (Âl-i İmrân: 114)
Abdullah bin Selâm’ın
(r.a.)imân ettiğine ve fazîletine Kur’ân-ı kerîmin iki âyet-i kerîmesinin
şehâdet ettiğini
müfessirler ifade etmektedirler. Her iki âyet-i kerîmede de Allahü teâlâ onu
müşriklere
karşı şahit göstermektedir.
Hz. Abdullah bin Selâm’a indiği bildirilen âyet-i kerîme şudur: “Resûlullah’ı
inkâr edenlere de ki! (siz
halinizi) Düşündünüz mü? Eğer Kur’ân Allah tarafından gönderilmiş
olup da siz küfrettiyseniz
(inanmayıp inkâr ettiyseniz) ve İsrâiloğullarından bir şahit, Kur’ân-ı kerîmi
benzerine (Tevrat’a) göre
(bu da Allah kelâmıdır diye) şehâdet edip inandı da siz kibirlenmek
istediyseniz (bu bir zulüm
değil midir? Allah ise zâlimler topluluğuna asla hidâyet etmez.”
Tefsîr âlimlerine göre
“İsrâiloğullarından bir şahit âyetinde Abdullah bin Selâm’ın kastedildiği
rivâyet
edilmektedir. Çünkü O kendi
milletine: “Hz. Musa’ya inen Tevrat’ı Allah kelâmı olarak kabul edip de
Hz. Muhammedi (s.a.v.) ve
ona inen Kur’ân-ı kerîmi inkâr etmek zulümdür?” diyerek müslüman olmuştur.
Müslüman olunca, Kur’ân-ı
kerîme dört elle sarıldı ve Peygamber efendimizi, gölgesi gibi takip etmeye
başladı. Öyle oldu ki,
Peygamber efendimiz onun hakkında: “Cennetlik bir adama bakmak kimin
hoşuna giderse, Abdullah
bin Selâm’a baksın.” buyurdu.
Hadîs-i şerîf kitaplarından
Buhârî ve Müslim’de bildirildiğine göre de Peygamberimiz Hz. Abdullah
bin Selâm’ın Cennete
gireceğini müjdelemiştir. Ancak Aşere-i mübeşşere (Cennetle müjdelenen on kişi)
arasında sayılmamıştır. Bu
durumu bize Aşere-i mübesşere’den olan Sa’d bin Ebî Vakkas (r.a.) haber
vermiştir. Abdullah bin
Selâm (r.a.) anlattı: Hz. Peygamber (a.s.) zamanında bir rüya görmüştüm ve
Resûlullah’a arz etmiştim.
Dedim ki: “Ey Allah’ın Resûlü rüyamda kendimi sanki bir bahçede gördüm. O
bahçenin bir tarafında
demirden bir direk vardı. Bu direğin bir ucu yerde, bir ucu gökte idi. Yukarısında
da tutacak bir kulp, bir
çember vardı. Bana “Haydi bu direğe çık” denildi. Ben de “Gücüm yetmez!” dedim.
Bunun üzerine yanıma bir
hizmetçi gelerek sırtımdaki elbisemi çıkardı. Bunun üzerine direğin tâ
tepesine kadar çıktım.
Kulpu tuttum. Bana “Halkayı iyi tut, bırakma!” diye tenbih edildi. Böylece
direğin
kulpu elimde olarak
uyandım. Resûlullah’a (s.a.v.) rüyayı anlattım, dinledikten sonra buyurdular
ki:
“Gördüğün bahçe İslâm
dinidir. Direk de İslâm dininin direği (tevhid)’dir. O kulp da çok sağlam
olan (imân)’dır. Sen
ölünceye kadar İslâm dîni üzerine yaşayacaksın (Cennetlik olacaksın!)”
Yine başka bir rivâyette
Muhammed bin Ka’b diyor ki; “Resûl-i ekrem bir defa: “Şu kapıdan ilk girecek
olan, Cennet ehlinden
(Cennetliklerden) biridir” buyurdu. Biraz sonra Abdullah bin Selâm içeri girdi.
Eshâb-ı kirâm Resûlullah’ın
bu müjdeli haberini kendisine bildirdiler ve hangi ameli ile bu dereceye
kavuştuğunu sordular. Hz.
Abdullah, “Ben zayıf bir kimseyim. Benim en kuvvetli ümidim, kalb selâmeti,
yani kimseye karşı içimde
kötülük beslememem ve boş sözleri terk etmemdir. Bundan başka (beni
kurtaracağından
ümitli olduğum) bir amelim
(işim) yoktur” dedi.
Hz. Abdullah bin Selâm
(r.a.) Peygamberimizden 25 adet hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Bunlardan
arş ve akıl hakkındaki uzun
hadîs-i şerîfin son kısmı şöyledir:
.”.... Melekler dediler ki:
“Yâ Rabbi, Arştan büyük bir
şey yarattın mı?” Allahü teâlâ:
“Evet, aklı yarattım,
buyurdu” Melekler:
“Yâ Rabbi! O ne kadar
büyüktür?” diye sordular. Allahü teâlâ: “Kumların sayısını bilir misiniz?”
Melekler de:
“Hayır Ya Rabbi bilemeyiz
dediler. Allahü teâlâ:
“İşte aklın da büyüklüğünü bilemezsiniz. Ben
aklı kum taneleri gibi sınıflara ayırdım. Kimine
bir tane, kimine iki tane,
kimine üç-dört tane, bazısına bir farak, bazısına bir vesk (bunlar eskiden
kullanılan ölçülerdir)
bazılarına da daha fazla verilmiştir buyurdu.”
Hz. Abdullah (r.a.)
hakikaten, ahlâk ve ilim ile kendini süsleyen Cennetlik insanlardan idi. 18 (m.
639)’da Suriye taraflarında
ortaya çıkan veba hastalığına yakalanan Eshâb-ı kirâmdan Muaz bin Cebel
(r.a.) vefât edeceği
sıralarda, başucunda ağlayan bir talebesine “Niye ağlıyorsun?” diye sormuştu.
Karşılığında:
“Ben dünyâ için
ağlamıyorum, ilmi senden öğrenmekteydim, bunu kaybedeceğime üzülüyorum!”
cevabını verince, Muaz bin
Cebel (r.a.): “İlim benim vefâtımla kaybolmaz. Benden sonra ilmi şu dört
kişiden
öğren: Abdullah bin
Mes’ûd’dan, Abdullah bin Selâm’dan, çünkü Resûlullah (s.a.v.) onun hakkında
“O, Cennetlik olan on
kişinin onuncusudur” buyurdu. Hz. Ömer’den (r.a.) ve Selmân-ı Fârisî’den (Başka
bir rivâyete göre
Ebüd-Derda’dan öğren” buyurdu. Hazret-i Muaz’ bin Cebel’in böyle söylemesinin
sebebi;
Hz. Abdullah bin Selâm’ın
(r.a.) Resûlullah (a.s.) hayattayken, kendisinin yanından ayrılmayıp sık sık
sorular sorarak ilimde
derinleşmesidir.
Bir defasında Yahudiler
Tevrat’taki recm âyetini Resûlullah’tan (s.a.v.) saklamaya çalıştılar. Fakat
Abdullah bin Selâm (r.a.)
bu âyeti bizzat Resûlullah’a bildirerek onların yalanlarını ortaya çıkardı.
Abdullah bin Ömer (r.a.)
buyuruyor ki: Medine’de bir takım Yahudi topluluğu Resûlullah’a (s.a.v.)
gelerek, içlerinden bir
erkek ile bir kadının zina ettiğini anlattılar ve “Bunlara hangi hükmü ve
cezayı verirsiniz?”
dediler. Resûlullah
(s.a.v.) de “Siz recm cezası hakkında Tevrat’ta ne yazılmış olduğunu
görüyorsunuz”
diye sordu. Onlar “Biz zina
edenleri herkese teşhir ederiz ve bunlar bir değnek ile de
döğülürler.” dediler.
Abdullah bin Selâm Yahudilere “Siz yalan söylüyorsunuz! Tevrat’ta recm âyeti
vardır”
dedi. Bunun üzerine
Tevrat’ı getirip açtılar. Yahudilerden birisi elini recm âyetinin üzerine
koyarak
bundan önceki ve sonraki
âyetleri okumaya başladı. Abdullah bin Selâm ona: “Elini kaldır.” dedi. O da
elini kaldırınca recm âyeti
göründü. O zaman Yahudiler: “Ey Muhammed! Abdullah bin Selâm doğru
söyledi, Tevrat’ta
hakikaten recm âyeti vardır” dediler. Bunun üzerine Resûlullah da bunların
(zina yapanların)
recm edilmeleri (taşlanarak
öldürülmeleri) hükmünü verdi.
Bir gün Hz. Abdullah
(r.a.), Ka’b’a şöyle bir soru sordu: Âlimler ilmi öğrenip zihinlerine
yerleştirdikten
sonra onu oradan söküp atan
nedir? Hz. Ka’b: “Tama’ hırs ve ihtiyaç peşinden koşmaktır” dedi. Bir
kimse de Fudayl’e “Ka’bın
bu sözünü bana izah eder misin?” deyince Fudayl Tama’ insanın bir şeyi araması
ve mukaddes değerlerini bu
uğurda fedâ etmesi demektir. Hırs ise nefisinin her şeyi istemesi,
senin de onun istediklerini
yerine getirmendir. Bunun için de ona buna (kötü insanlara v.s...) ihtiyacın
olur. İhtiyacını yerine
getirenler de seni burnundan yakalamış olurlar (Yani seni emirleri altına
alırlar),
istedikleri yerlere
sürüklerler, sen de onlara boyun eğersin. Onlar hasta oldukları zaman, dünyâ
sevgisinden
dolayı onların
ziyâretlerine gider, tesadüf ettiğin zaman kendilerine selâm verirsin. Bu
verdiğin
selamı, yaptığın ziyâreti
Allah rızâsı için yapmazsın. Eğer bu kimselere ihtiyaç göstermezsen senin için
çok daha hayırlı olurdu.”
Sonra Fudayl sözüne devam ederek “Bu benim sana anlattığım, filan ve falandan
yüz hadîs-i şerîf rivâyet
etmekten senin için daha hayırlıdır.” dedi.
O, nefsini kötü huylardan
ve isteklerden tamamen temizleyip terbiye etmek için çalışırdı. Kendisi
zengin olduğu halde bazen
Medine çarşısında sırtında bir yük odunla dolaştığı görülürdü. Yine bir gün,
onu bu halde görenler
kendisine: “Çocukların ve hizmetçilerin var, onlar senin bu kadar işini
göremiyorlar mı?” diye
sorduklarında Hz. Abdullah “Evet var ve bu işimi yaparlar, fakat ben kendimi
tecrübe
etmek istedim. Acaba bu işi
yapmak nefsime ağır gelecek mi? diye düşündüm. Eğer bende kibir
varsa ondan kurtulmak
istiyorum. Resûlullah’ın şöyle buyurduğunu işittim: “Kalbinde hardal tanesi
kadar
kibir (büyüklenme) bulunan
kimse Cennete giremeyecektir” cevabını verdi. Nitekim başka bir hadîs-i
şerîfte de: “Meyve veya
herhangi bir şeyi kendi eliyle evine götüren, kibirden uzaklaşmıştır”
buyurmuştur.
Hz. Abdullah Peygamber
efendimizin (s.a.v.) Veda Haccında bulunmuş, Hz. Ebû Bekir devrinde
mürtedlerle yapılan
savaşlara katılmıştır. Hz. Ömer devrinde ise onun yanından ayrılmamıştır.
Hz. Osman zamanında
Medine’de kalmış, onun müşavere heyeti (danışma kurulu) arasına girmişti.
Hz. Osman, kendisine isyan
edenler evini kuşattıkları zaman, Hz. Abdullah’a haber göndererek, durumu
bildirdi: “Bu halde benim
ne yapmamı tavsiye edersin, senin fikrin nedir?” diye sordu. O da Hz.
Osman’ın yanına gidip selâm
verdi. Hz. Osman” o gece gördüğü rüyayı anlattı: “Kardeşim, bu gece rüyamda
şu pencereden Resûl-i
Ekrem’i gördüm bana: “Yâ Osman, seni sardılar, öyle mi?” diye sordu.
Ben de: “Evet, öyle Yâ
Resûlallah” dedim. Resûl-i Ekrem: “Seni susuz bıraktılar öyle mi?” diye sordu.
Ben de evet öyle dedim.
Bunun üzerine bana bir bardak su verdi ve içtim. Hatta soğukluğunu göğsümde
duyarcasına suya kandım.
Sonra bana: “İstersen seni onlara galip getirelim, istersen iftarı bizim
yanımızda
yap (yani istersen şehîd
olarak yanıma gel) buyurdu. Ben de iftarı Resûlullah’ın yanında yapmayı
tercih ettim” dedi. Hz.
Abdullah, Hz. Osman’a “Sakin ol, sakin ol! Bu, senin haklı olduğunu gösterir,
isbat
eder!” cevabını verdi.
Sonra Hz. Osman: “Niçin geldin ey Abdullah bin Selâm?” diye sordu. O da: “Bura-
da şehit oluncaya kadar
veya Allahü teâlâ seni kurtarıncaya kadar durmak için geldim. Bana kalırsa
bunlar seni mutlaka şehîd
edecekler. Eğer şehîd ederlerse, bu senin için hayırlı, onlar için fena olur”
dedi.
Hazret-i Osman, ona “Benim
senden istediğim, dışarı, onların karşısına çıktığın zaman Allahü
teâlâ’dan senin sebebinle
onları iyiliğe sevk edip, kötülüklerine mani olmasıdır” buyurdu.
Bundan sonra Hz. Abdullah
(r.a.), Mısırlı âsilere karşı onları ikna edici bir konuşma yaptı. Konuşmasının
sonunda şunları söyledi:
“Târihte, öldürülen her peygamber için yetmişbin asker, savaşçı öldürülmüştür.
Öldürülen her halife için
de otuzbeşbin savaşçı öldürülmüştür. Onun için bu ihtiyarı (Hz. Osman
(r.a.) öldürmekte acele
etmeyiniz. Allah’a yemin ederim ki, onu kim öldürürse kıyâmet günü Allahü
teâlâ, kendisini eli kesik
ve felçli olarak huzuruna çıkarır. Şunu iyi bilin ki, çocukların babalarında
hakları
olduğu gibi, bu ihtiyarın
da sizde hakkı vardır” dedi. Bu söz üzerine âsiler ayağa kalkarak “Yalan
söylüyorsun, Yahudi” diye
iki defa bağırdılar, kendisini dinlemediler.
Hz. Osman rüyasında
Resûlullah’ı gördüğü gün şehîd oldu. Hz. Abdullah bin Selâm, onun
şehâdeti esnasında yanında
bulunanlara: “Hz. Osman son olarak o esnada ne dedi?” diye sordu. Onlar
da: “Hz. Osman: “Allahım,
ümmet-i Muhammed’in (a.s.) fitnesini kaldır ve kendilerini birleştir” diye üç
kere duâ etti.” dediler.
Hz. Abdullah bin Selâm (r.a.) da: “Eğer Hz. Osman böyle duâ etmeseydi,
müslümanlar kıyâmete kadar
bir araya gelemezlerdi” buyurdu.
KAYNAKLAR:
1) Müsned-i Ahmed bin
Hanbel cild-5, sh-451, cild-3, sh-108, cild-6, sh-25
2) Sahîh-i Buhârî cild-4,
sh-102
3) Sîret-i İbn-i Hişâm
cild-2, sh-517
4) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-2, sh-252
5) Üsüd-ül-gâbe cild-3,
sh-176
6) İnsân-ül-uyûn cild-2,
sh-146
7) İrşâd-us-sârî cild-6,
sh-162
8) Tam İlmihâl Se’âdet-i
Ebediyye sh-976
9) El-Îsâbe cild-2, sh-320
10) El-İstiâb cild-2,
sh-382